Tuma Çelik’in bu ayki yazısı; Taşlar yerli yerine otururken…

Yıllardır birçok ortamda değişik biçimlerde Türkiye’nin AKP ve lideri Recep Tayyip Erdoğan tarafından yönetilmediğini söyledim. 2014 yılının son aylarında yapılan mutabakat sonucu Recep Tayyip Erdoğan, Türkiye’yi yöneten gücün sadece sözcülüğünü yapmaya başladığını anlatmaya çalıştım.
Geçtiğimiz günlerde Karar gazetesi yazarı Ahmet Taşgetiren, 17.04.2020 tarihinde köşesinde yazdığı, “Bir hukuk adamının sancısı” başlıklı yazısında aynı şeyleri, Prof. Dr. İzzet Özgenç’in ağzından anlatmaya çalışıyordu. Taşgetiren yazısında “Türkiye’de hukuki hataların bilinçli yapıldığını, Cumhurbaşkanı her şeye hâkim gibi gözüküyorsa da öyle olmadığını ve başka bir iradenin varlığını” iddia ediyordu. Ahmet Taşgetiren ayrıca, Cumhurbaşkanı’nın “Birilerini koruyor kaygısı” taşıdığını da yazıyordu.
Biliyorsunuz, Karar gazetesi sıradan bir gazete değil. Aynı şekilde yazarı Ahmet Taşgetiren de kimsenin ciddiye almadığı, öylesine yazı yazan bir gazeteci değil. Aksine hem karar gazetesi hem de Ahmet Taşgetiren’in, birçok çevre ile ilişkileri var. Dolayısıyla her ne kadar “muhalif” gibi gözükseler de AKP ve Erdoğan’a yönelik söyleyip yazdıklarını dikkate almak gerekiyor. Bu yüzden de bana göre bilinen ama fazla dillendirilmeyen bu gerçekliğin aleni hem de AKP çevreleri tarafından dillendirilmesine doğru anlamlar yüklemek gerekiyor.
Evet, yukarıda da dile getirdim. Ben şu anda Türkiye’yi yöneten iktidar ile görünürdeki iktidarın farklı olduğunu ve bunun da 2014 yılında şekillenmeye başladığını birçok yerde değişik biçimlerde anlatmaya çalıştım. Peki ne oldu da Türkiye’de 2002 yılından beri hem de ciddi bir oy oranıyla iktidarda bulunan AKP, sahip olduğu gücü başkalarıyla paylaşmayı kabul etti.
Bilindiği gibi AKP iktidarında 2013 yılının Newroz’unda Türkiye’de bir barış ve çözüm süreci başlatıldı. Bu çerçevede de birçok adım atıldı. Ancak Türkiye’deki bazı güç odakları, başlatılan bu süreçten dolayı rahatsız oldular ve değişik biçimlerde bunu sabote etmeye başladılar. Ayrıca Suriye’de de Türkiye’nin kurduğu hesaplara aykırı gelişmeler ortaya çıktı.
Aslında ortaya çıkan bu iki temel meselenin odağında tek bir şey vardı ve bu da çoğulculuğa dayalı eşit ve demokratik bir yaşam biçiminin hem Türkiye’de hem de Kuzey Suriye’de kök salmaya başlamasıdır. Türkiye’nin yüz yıllık egemen aklı, Türkiye ve hemen dibindeki Suriye’de güçlenen bu yaşam biçimini bir tehlike olarak gördü ve sonlandırılması için adım attı. Bu adım da Kuzey Suriye halklarının Kobani’de IŞİD ve benzeri terör gruplarını bertaraf etmesi sonrasında atıldı.
İşte, Kobani direnişi sonrasında Türkiye’deki güç dengeleri yeniden düzenlendi. Çok daha net söylersek aslında 2014 yalının sonlarına doğru Türkiye’de sessiz sedasız bir darbe gerçekleşti ve iktidara dörtlü bir grup yerleşti. 7 Haziran 2015 seçimlerine bu grubun yönetiminde gidildi. Bu yüzden iktidarı elinde bulunduran güçler tarafından sonuçları beğenilmeyen seçimin akşamında, iktidarı ele geçiren dörtlü grubun içinde yer alan MHP genel Başkanı Devlet Bahçeli hemen erken seçim talebinde bulundu.
Birçok kişi MHP Genel Başkanı’nın bu çıkışına anlam verememişti. Lakin bu çıkış dörtlü iktidarın talebiydi ve dillendirmek de Devlet Bahçeli’ye düşmüştü. Takip edenler fark etmiştir, o tarihten sonra gündemin belirleyicisi Erdoğan’dan çok Bahçeli olmuştur.
7 Haziran seçimlerinin 1 Kasım 2015 tarihinde tekrarlanmasına kadarki sürede söylenen ve yaşananlar da, daha sonraki süreçte yaşayacaklarımızın bir habercisi gibiydi. Sruğ (Suruç) ve Ankara’da patlayan bombalar, Diyarbakır, Mardin ve Şırnak başta olmak üzere bütün bölgede başlatılan operasyonlar Türkiye’de yeni bir konseptin faaliyete sokulduğunu net bir şekilde ortaya koyuyordu.
2014 yılının sonlarında yapılan örtülü darbe sonucu iktidara gelen bu dörtlü yapının adım adım faaliyete koyduğu bu konseptin amacı da Türkiye’nin kuruluş felsefesi olan tekçi anlayışı daha güçlü bir şekilde egemen kılmaktı. Bu yüzden de içinde çoğulculuğu barındıran her şey yerle bir edildi. Birçok çevreye bu yüzden büyük acılar çektirildi. Bu süreçte Türkiye’nin uluslararası alandaki ilişkilerini ve atılan adımları da, iktidarı elinde bulunduran bu dörtlü yapı belirledi. Özellikle Suriye’ye yapılan müdahaleler ve sınır ötesindeki savaşı da bu temelde ele almak gerekiyor. Ki bunun sinyalini uzun zaman önce Devlet Bahçeli, “Türkiye’nin savunması Halep’te, Kerkük’te, Musul’da başlar” diyerek vermişti.
Bugün Türkiye’de hala bu dörtlü yapı iktidarda bulunuyor. Lakin ilk anlardaki gibi güçlü değil. Çünkü bu dörtlü her ne kadar ortak bir paydada buluşmuş ve ittifak kurmuşlarsa da özde farklı ajandaları var ve dolayısıyla aralarında ciddi çatlaklar var. Geçen zaman içerisinde de aralarındaki bu çatlak kapanması yerine daha da açıldı. Seçim dönemlerinde, Suriye’ye müdahale sırasında sürekli dillendirilen “Beka” meselesi, her gün biraz daha açılan bu çatlak yüzündedir.
Sonuç olarak şunu söyleyebiliriz; Türkiye şu anda ekonomik, askeri, sosyal ve siyasal anlamda çok ciddi bir sıkışıklığın içinde bulunuyor. Dolayısıyla da iktidarı elinde bulunduran dörtlü grup arasındaki çatlak her gün biraz daha büyüyor. Eninde sonunda çözülecek olan bu ittifakı ayakta tutmak için sürekli düşman yaratılıyor ama sorunlar da her gün biraz daha büyüyor ve halkı biraz daha fazla etkiliyor. Bu yüzden ben önümüzdeki süreçte iktidarı elinde bulunduran bu güçlerin kendi aralarında seçecekleri bir kişi veya kesimi kurban verip yeni bir yola girmeyi deneyeceklerini düşünüyorum.
Tuma Çelik