Êzîdîler anlattı: Her tarafta kan akıyordu

Şengal’de DAİŞ çetelerinin soykırım saldırılarından kaçan ve Kürt kentlerine yerleşen kadınlar, “Şengal’in her yerinden kan akıyordu. Çığlıklar arasında binlerce can arkamızda kaldı, ama onlarla birlikte biz de öldük” diyerek o günleri unutamadığını söylüyor.
DAİŞ çetelerinin 3 Ağustos 2014’te Şengal’de Êzîdîlere yönelik soykırım saldırısı nedeniyle binlerce Êzidî yollara düşerek güvenli alanlara gelmek için günlerce yürüdü. Yüzlerce kadın, çetelerin eline düşmemek için Şengal Dağları’nda intihar ederken, binlere kadın, çetelere esir düştü. Hala kendilerinden haber alınamayan Êzîdî kadınlar ve çocuklar bulunuyor. Şengal’den bebekleriyle aç susuz günlerce yürüyen kadınlar, Türkiye sınırından geçerek, Diyarbakır, Batman, Mardin, Van gibi birçok Kürt kentine göç etti. Burada hem dönemin Demokratik Bölgeler Partili (DBP) belediyeleri hem de halkın desteğiyle yaşam mücadelesi vermeye başladı.
Binlerce Êzidî, belediyeler öncülüğünde kurulan kamplara yerleştirildi. 2016 yılının ekim ayından itibaren DBP’li belediyelere kayyım atanmasıyla, Êzidîlerin yerleştirildiği kamplar da boşaltılmaya başlandı. Bu kamplardan biri de Yenişehir Belediyesi’ne bağlı piknik alanında kurulan kamptı.
Kampta bulunan 4 bini aşkın Êzidînin bir bölümü 2017 yılında AFAD öncülüğünde Mardin’in Midyat ilçesinde kurulan kampa yerleştirildi. Henüz bir yılı bile dolmadan bu kez de 2018 yılının eylül ayında İçişleri Bakanlığı’na bağlı Göç İdaresi Genel Müdürlüğü’nün kararı ile kamp kapatılırken, Êzidî yurttaşların bir bölümü ilçedeki kiralık evlere yerleşti. Bir bölümü de diğer kentlere gitmek zorunda kaldı.
‘Bazılarımız yolda yaşamını yitirdi’
Kamptan çıkarıldıktan sonra ilçede kiralık eve yerleşenlerden biri de Xate Enz. Yaşadııkları sıkıntıların bugüne kadar hep sürdüğünü söyleyen Xate, “2014 yılında Şengal’de savaş çıkmasının ardından çoluk çocuk buraya geldik. Bazılarımız yolda yaşamını yitirdi. Buraya geldikten sonra Diyarbakır’daki kampa gittik. Orada biraz olsun yaşadıklarımızı unutmaya çalıştık. Çocuklarımız ile birlikte tam oraya alıştık dediğimizde oradan çıkarıldık ve Midyat’a geldik. Burada Araplar ile aynı kampta kalıyorduk ama aramızda tel vardı. Tel olmasına rağmen kültürümüz ve dinimize nefret söylemlerinde bulunuyorlardı. Orada da iki yıl kaldıktan sonra kamptan çıktık” diye konuştu.
‘Yaşamadığımız sıkıntı kalmadı’
Xate ve ailesi kamptan çıkarıldıktan sonra aylarca kiralık ev arar. Sonrasında bir ev bularak yerleşen Xate, “Ama evde kimse çalışmıyor. Kendi yemek ihtiyaçlarımızı bile zor karşılıyoruz. Eskiden burada daha çoktu, ama nüfusun yarısı bu sıkıntılar nedeniyle Avrupa’ya gitti. Şimdi çok az kişi burada kaldık. Burada kalanlar da kendi dükkanlarını açıp para kazanmaya çalışıyorlar. Yaşamadığımız sıkıntı kalmadı. Burada kaldığımız evi bile zor bulduk. Kiralarımızı zor ödüyoruz” yaşadığı ekonomik sıkıntıyı dile getiriyor.
‘Toprağımı özledim’
Yıllardır kendi topraklarından uzak yaşadıklarını, bu nedenle acılarının ve özlemlerinin iki kat daha fazla olduğunu kaydeden Xate, “Şengal’i, kendi topraklarımızı çok özledim. Yıllardır buradayız ama toprağımın hasreti ile yaşıyorum. Burada da sürekli yer değiştirdik. Hiçbir yer evimiz gibi olmadı. Çocuklarım da ben de orayı çok özlüyoruz. Ama yaşadığımız acıları da bir türlü unutamıyoruz” diye ifade ediyor.
Batman’daki kamplara yerleşen Êzidîler ise, çoğunlukla Beşiri ilçesine bağlı Qorixa köyünde kurulan çadırlarda hayatını sürdürüyor. Bunlardan biri de 60 yaşındaki 8 çocuk annesi Koçer Hemet.
‘Her zaman Êzîdîleri yok etmek istediler’
Şengal’e bağlı Sîba Şêx Xidir köyünde doğan ve orada evlenen Koçer, şöyle devam ediyor: “Eşim ikinci bir evlilik yaptı ve birçok çocuğu oldu. Çocuklardan torunlara kadar herkes aynı evde kalıyordu ve kalabalık bir ortam vardı. Birçok çocuğum evlenmiş şu an. Sadece bir kız ve bir oğlum yanımda. Onlar da evli. Her zaman katliamın gölgesinde yaşamımızı devam ettirdik. Hiçbir zaman kendi gerçekliğimizden ödün vermedik. Her zaman Êzîdîleri bitirmek istediler ama başaramadılar. Irkçı ve dincilere karşı direndik.”
‘Çığlıklar arasında binlerce can arkamızda kaldı’
“Tarihi ve kutsal Şengal kanlı bir kadere sahipti her daim” diyen Koçer, saldırıların yaşandığı günü şöyle dile getiriyor: “10 Temmuz 2014’te, saat gecenin 02.00’sinde çığlıklar artmaya ve savaşın sesi yakından gelmeye başladı. Köylüler birbirilerini çağırıyordu, çığlıkları birbirine karışıyordu. ‘Heware! Çeteler Girzerê köyünü aldılar, bizim köye doğru saldırıyorlar’ diye bağırıyorlardı. Biz hepimiz damda uyumuştuk. Evli olan kızlarım da o gün bizi ziyarete gelmişlerdi. Hazırlanıp çıkana kadar gün aydınlanmaya başlamıştı. Aracı olan aracına binip gidiyordu, olmayan da yaya olarak kaçmaya çalışıyordu. Biz daha çıkamadan havan topları düşmeye başlamıştı. Havanlar evlerin damlarına düşüyordu. Biz o çığlıklar için de arkamızda binlerce canı bırakıp çıktık ve köyümüze yakın olan Xeyalê köyüne vardık.”
‘Şengal’in her tarafında kan akıyordu’
DAİŞ çetelerinin saldırısı sırasında karşılık verecek durumda olmadıklarını söyleyen Koçer, “Bizim evde yalnız bir tüfeğimiz vardı. Onunla 25 kişiyi savunamazdık. İmkanlar olsaydı ben de cephede yer alırdım. Çok geçmeden çeteler Xeyalê köyüne de saldırdılar. Çığlıklar ve bağırmalar arasında hızlıca oradan uzaklaşıp kurtulmak istedik. Aracımızın etrafını kartonlarla kaplamıştık ve başımızı kaldırmamaya çalışıyorduk. Ölüm çok yakınımızdaydı, sesi kulağımızda gibiydi. Bir defa başımı kaldırdım ve etrafıma baktım. Ne göreyim her yer kan içindeydi, kan her yerden akıyordu. Çocuk ve gençlerin cenazeleri yerdeydi. Başım döndü ve kendimden geçtim. Kızım kolumdan tutarak ‘bizi de mi öldüreceksin’ dedi. Sanki o an deprem oldu ve ben bir çığlık attım. ‘Can kaldı mı bizde kalalım. Bizi de öldürsünler’ diye çığlık attım. Beni zorla oturtmaya çalıştılar. Biz Şengal Dağı’nın eteklerine yetiştik. Yaşadıklarımızdan büyük bir deneyim ortaya çıktı. Fakat biz Şengal Dağı eteklerine yetişene kadar binlerce insan katledilmişti” diye ifade ediyor.
‘9 gün aç ve susuz’
Koçer, Şengal Dağı’na doğru yola nasıl koyulduklarını ve nasıl kaçtıklarını ise şöyle özetliyor: “Biz binlerce aile 9 gün aç ve susuz kaldık. Ayakları çıplak bir şekilde kayaların üzerine ve toz içinde Rojava sınırına doğru yürüyorlardı. Eğer insanlar susuzluktan ölselerdi bu zulmün içinde can verirlerdi. Biz damlalarla çocukların dillerini ıslatıyorduk. Her ne kadar aynı şeyleri yaşamış olsak da her ailenin farklı bir yaşam hikayesi var. Kızı, annesi, eşi götürülenler var. Eşinin başı kesilenler, hiç akrabası kalmayanlar vardı, bu bizim yaşamımızdı. Bir grup arkadaş gelip bizi oradan kurtardı, Allah’ın elleri onlar üzerinde olsun. Araçlarla kadın ve çocukları oradan çıkardılar, bize ellerini uzattılar ve ölümden kurtardılar. Bizi Rojava topraklarına yetiştirdiler, orada biraz kaldıktan sonra Kuzey Kürdistan topraklarına doğru yola koyulduk. Bizden birçok kişi Rojava topraklarında kaldı. Biz Roboski’ye geçtik. Orada da araçlar gelip bizi diğer tarafa geçirdiler. Ailemizden 25 kişi kalmıştık. Batman’a gelene kadar 3 kişi öldü. Eşim, evli olduğu kadın ve çocukları Güney Kürdistan’a geçtiler. Bizi terk ettiler. 4 çocuğum da Güney Kürdistan’da evlenmişler ve iki oğlum da Avrupa’ya geçti. Ben ve iki çocuğum beraber kalıyoruz. Kızım 22 yaşında, oğlum da 20 yaşına yeni girdi. 25 kişiden bu kadar kaldık, biz geldiğimizden beridir çadırda kalıyorduk, 9 ay önce bize burayı verdiler. Bunca şeyden sonra tekrardan dönmek çok zor olacak. Oradan ayrılmak benim için çok zordu ve işkence gibiydi. Biz kendi toprağımızı hiçbir şeye değişmiyoruz.”
‘Geçmiş de arkamızdan geliyor’
Saldırılar ve göçle beraber omuzlarına binen yüke değinen Koçer, “Düşünün bu çocuklar her şeyi kendi gözleriyle görüyorlar. Artık onların sıradan bir yaşamı olamaz. Geçmiş orada kalmıyor, her zaman seninle yürümeye devam ediyor. Birçok kişi gözlerimizin önünde kayboldu. Çeteler onları kandırdı, ‘ne size, ne de evinize elimizi süreceğiz, kendi topraklarınızda özgür yaşarsınız’ diyerek kandırdılar. Erkeklerin başlarını kestiler, kadınları da kaçırdılar. Onurumuzu ve irademizi kırmaya çalıştılar. Biz araçla kaçarken yaya kaçanlar da vardı, onların önünü kesip, götürdüler. Söz yetmez anlatmaya. Onlar kurtulamadılar ama onlarla biz de öldük.”
Koçer son olarak, “Dinin, ırkın, rengin hiçbir anlamı yok. Bu topraklar hepimize yeter, başımıza gelen onca şeyden sonra bunları söyleyebilirim” diye ekliyor. (Jinnews)