Derya Akyol; Madene gerçekten ihtiyaç var mıdır?
Mardin Ekoloji Derneği’nden Derya Akyol köşe yazısında bölgede madencilikle yaşanan ekolojik sorunları dile getirdi.
Madene gerçekten ihtiyaç var mıdır?
Madencilik; genel tanımıyla yer altında veya yer üstünde bulunan kıymetli mineraller, madenler gibi oluşumların çıkarılmasıdır. İster yer altında ister de yer üstünde olsun madenin çıkarılması ile birlikte o alanda ekolojik, fiziksel, kimyasal hatta biyolojik değişikliklere neden olacaktır. Bunun anlamı da net olarak doğal yapının bozulmasıdır.
Son yıllarda Türkiye’nin en önemli çevre sorunlarının başında gelen taş ocaklarının yeraltı suları, tarım ve yaşam alanlarına verdiği zararları ele alan kapsamlı rapor hazırlandı. Rapora göre Mardin genelinde 100’e yakın Maden Ruhsat sahası mevcut olup bunların %40’a yakını patlatma yapılarak işletilen maden sahaları olup bu patlatmalar deprem etkisi yaratırken sadece yeraltı sularını yok edip, çıkardığı toz ile döllenmeyi önleyerek meyve ağaçlarını verimsizleşmesine neden olduğu gibi yerleşim alanlarına yakın yerlerde konutlarda ve binalarda çatlaklar oluşmasına neden oluyor.
Dağlık ve tepelik arazideki ormanlar odun hammaddesi üretimi yanında su da üretirler. Ormana düşen yağış gözenekli orman toprağından sızarak anakaya çatlak sistemine, oradan da kaynaklara, derelere ve yeraltı suyuna ulaşır. Yer altı suyu; içme suyu, kullanma suyu ve ovadaki tarım alanlarının sulanması, bitkisel üretimin arttırılması, halkın beslenmesi için kullanılmaktadır. Bu ilişki ‘üstün kamu yararı’ kapsamında kavranır ve değerlendirilir. Çünkü üretilen su tarım için, dolayısı ile halkın beslenmesi ve varlığının devamlılığı için gereklidir. Açık ocak işletmelerinin su üretimine ve doğal su sızma/akma yollarının bozulması üzerine etkileri ile ele almak ve değerlendirmek gerekmektedir.
Madenin çıkarılması, taşınması sırasında doğaya verilen morfolojik tahribatın önlenmesi, madenin çıkarılıp bitirilmesinden sonra gerekli çevre düzenlemesi için bir takım yasal düzenlemeler var olsa da, bu düzenlemeler, doğadan eksilen özgün maddeler nedeniyle, topoğrafik yapıyı bir daha eski haline döndürmeyecektir. Maden işletmeleri sonrasında tepelerin yok olduğu, derelerin yönünün değiştiği, biyolojik çeşitliliğin azaltıldığı, bölgeye özgü kuşlar veya yaban hayvanlarının yok olduğu görülmektedir. Yani işletilmesine başlanan bir maden ocağının ne yazık ki telafisi yoktur.
Burada sorulması gereken asıl soru; madene gerçekten ihtiyaç var mıdır? Mevcut kapitalist zeminde modernliğin mecburiyeti olarak gösterilen ve toplumun ihtiyaçlar hiyerarşisinde baş köşeye oturtulmaya çalışılan duble yollar, barajlar, lüks konutlar, köprüler aslında ticareti, ticaret ise ihtiyacı doğurmaktadır. Bu gibi halkın elzem ortak ihtiyaçları olarak gösterilen inşalar yeniliğin veya ilerlemenin ölçüsü değil, olağan biçimde toplumu bu kavramlara uyum sağlamaya mecbur bırakma ölçüsünü oluşturur. Çünkü kapitalizm ve çok uluslu şirketler bununla güçlenmektedir. Dünyayı bir sanayiye çevirmek isteyen sistem yalnızca canlı yaşamını tehdit etmekle kalmaz aynı zamanda doğanın sürdürülebilir en önemli unsuru olan toplumsal yaşamı da yok etmeye çalışmaktadır.
Filozof ve aslında bir toplum eleştirmeni olan Ivan ILLICH Şenlikli Toplum kitabında piyasa iktidarına karşı şu çözümlemeyi sunar. ILLICH’e göre “Kaynakların ve üretim araçlarının ortak mülkiyetiyle pazar ve iktidar üstünde halk denetimi, modern araçların kabul edilebilir temel yapısının, halk tarafından belirlenmesiyle tamamlanmalıdır.“ Halkın kendi kendine yeterlik anlayışı ve bu doğrultuda yaşamını sürdürdüğü coğrafyada mülkiyet anlayışından ziyade doğaya saygılı yalnızca kullanım hakkı anlayışıyla hareket etmesi canlı ve cansız varlıklar arasındaki bütünlüğü ve ilişkiyi koruyacaktır. Yalnızca doğaya müdahale edilmesinden vazgeçilerek doğaya beyaz bayrak sallayarak tek taraflı barış talebi değil, doğa ile ilişki içerisinde bir toplum olmayı becerebilmek demokrasiyi ve gerçek özgürlük kavramını doğuracaktır. Bu toplum yöresinin ihtiyaçları, kültürü, kolektif akıl ve emek doğrultusunda kendi yaşamı üzerinde söz sahibi olacak, kendi çıkarı değil toplum yararı adına hareket edecektir. Bu demokrasi ve asıl özgürlük kavramı olmadığı sürece doğa ve insan üzerinde söz sahibi olma hep birilerinin tekelinde olacaktır.